Eylül 09, 2006

67

"Nietzsche, bir sanatçının kendi sanatının ahlakıyla aşırı ilgilenmesinin bir zayıflık belirtisi oldugunu iddia eder,
sence de öyle mi?"
[Clarissa, Niteliksiz Adam'a soruyor. s.133]

Nietzsche'nin bunu hangi baglamda söyledigini bilmiyorum. Metnin tamamını okumak isterdim. Kitapta arkadan gelen bölümde Walter ve Walter'in yetenegine bir türlü çıkış bulamaması, odasına her çalışmak için kapandıgında tuali buldugu gibi bırakmasına bakarak şu sonuca vardım:

Bir sanatçı, alanı üzerine bilgi sahibi oldukça ve o alanda yapılmış 'eserleri' iyice tanıyıp, konuyu taşıdıkları en üst basamagın bilincine vardıkça, kendi yaptıklarının ortaya yeni hiçbir şey koyamaması, dolayısıyla acizligi karşısında sonunu getiriyor.

Büyük ustaların etki alanından çıkamamak, yaptıklarının ne denli 'üst' bir söylem kurdugunu görmek, söylemi daha üst düzeye taşıyamamak ya da taşınabilecegi yolları görememek sanatçıya tüm yaptıklarının 'boşuna' oldugunu hissettiriyor. Bu büyük ustalar, öyle bir mükemmel düzen inşa etmişler ki yapıtlarıyla, kusursuz bir daire, bozulamaz bir alan örmüşler. Buna ne yeni bir şey eklemek, ne de çıkarmak mümkün degil. Daireyi genişletmenin yollarıysa görünmüyor.

Bu büyük ustaların alana yarardan çok zararlarının dokundugu söylenebilir. Denizi bitiriyorlar. O alanda yetişen birisi, bir kez onların yaptıklarını algılayacak kıvama gelsin, hızla geri düşüyor. Tamda o ustaların düzeyine eriştikten sonra, onların 'buluşçulukları', 'kararlılıkları' ve 'geniş daireyi görebilen ufku'na sahip olmadıkları için 'denizin bittigine' kanaat getiriyorlar. Denizin gerçekten de bitip, bitmedigini bilmiyorum. Fakat, bunların birinden birine emin olmanın da imkansız oldugunu düşünüyorum. Yani, sadece 'bilmenin olanaksız oldugunu' biliyorum.

Nietzsche'ye dönecek olursam, cümlesi ilk anda şöyle anlaşılıyor:
Bir sanatçının kendi sanatının ahlakıyla fazla ilgilenmesi onu geriletir. Yaptıgı işin dogrulugunu, degerlerini fazla sorgulamaya başladı mı, elinden iş gelmez olur.

Sadece bir uyarı degil, cehalete bir davet gibi geliyor kulaga:
'Yaptıgın işi fazla da sorgulama.'

Buna kişisel olarak inanmadıgım gibi, Nietzsche'nin de söylemek istediginin bu oldugunu sanmıyorum. Insan yaptıgı işi tabii ki sorgular. 'Fazla' sorgular. Gidebildigi, varabildigi yere kadar bıkmadan ve korkmadan sorgular. Benim gözümde Nietzsche sanatçıya bu sorgudan kaçınmasını ögütlemez. O yüzden, şöyle okumayı tercih ediyorum:
'Bir sanatçı, alanının ahlakıyla ilgilendikçe sanatında çıkmaza giriyorsa zayıftır.'

Alanıyla bagları zayıftır, alanına inancı zayıftır ve önemlisi, kendine ve alanına güveni zayıftır.
* * *
Okulda mezuniyete yaklaştıkça "belki de en iyi tasarım hiç tasarım yapmamaktır" deyişi aramızda çok popüler olmuştu. Bazen gülüyor, bazense durgunlaşıyor ancak bir türlü soramıyorduk: "Peki, ne yapacagız o zaman?" Herhalde alacagımız cevaptan korkarak, hocalardan birine danışmaktan da sakındık. Güvenligi seçtik. Dört yıl çalıştıktan sonra karşılıgında bir 'hiç' başardıgımızı duymaya hazır degildik.

O günlerde bile dünyanın daha çok nesneye ve onları var edecek daha çok tasarımcıya ihtiyacı var gibi görünmüyordu.Tasarım, zaten karışık olan hayatı daha da karıştırıp, zorlaştırmaktan başka bir şey yapmıyor olabilirdi.

Zaten ürün tasarımının arkasından yürümeyi seçmedigim için bu problemi bertaraf ederek kendi yolumu tuttum. Ancak, aynı soru öbür tarafta da bekliyordu. Herkesin yaptıgından farklı, insanların işine yarayacak, gerçekten alanı geliştirecek bir şey yapmak mümkün müydü? Sahiden insanların ihtiyacı var mıydı yaptıklarıma? Yaptıklarımın, yapılmışlar arasında gerçekten bir degeri var mıydı? Sahiden bir yere gidiyor muydum; yoksa yerimde mi sayıyordum?

'Sanat sanat içindir'le 'sanat toplum içindir' görüşünü birbirinden ayırmıyorum. Gelişimlerinin son kavşagında aynı kapıya çıkıyorlar. Sanat için yapılan sanatın insanlara da faydası oluyor ve insanlar için yapılan sanat, sanat söylemi içinde er geç yerini alıyor. Kavramsal sanatın reklamcılara ilham vermesi; ya da graffitinin galerilere girmesi gibi. Dolayısıyla, tasarım ister müşteriye, ister tasarım tarihine katkıda bulunmak sezgisiyle yapılmış olsun, arada bir fark gözetmiyorum. 'Bir yere gidiyor musun? Yoksa, yerinde sayıyor musun?'

Niyeti tasarım yapmak olan birisi bu soruya cevap veremediginde mesleginde duraklar. Duraklamayanın ya mesleki bilgisi ve olgunlugu henüz tamamlanmamıştır, ya da niyeti başkadır. Para kazanmak, arkadaş edinmek, toplumda kabul görmek gibi...

Bir yere gidemedigini, çünkü şimdiye dek yapılanları aşamadıgını, ve önündeki problemin aşılamaz göründügünü düşündügü an açılan boşluk bir tasarımcıyı da zayıf düşürebilir. Ancak, zayıf düşmesinin nedeni mesleginin ahlakını fazla zorlaması degil; kendisinin zayıf olmasıdır. Bilgisi, meslegine inancı, kendine ve yaptıgı işe inancı zayıftır.

O meslegi seçmesine, ve bir zamanlar zevk alarak yapmasına neden olan sebepler, idealist bir sorgulamanın karşısında dik duramayacak, varlıgını koruyamayacak kadar çelimsizdir. Meslegine adanmışlıgı, zannettigi kadar yogun olmayıp, belki de kişisel bir seçim degil, hayatın ittirmesinden kaynaklanmıştır. Bilinçsizce kurdugu bagları, daha ilk bilinçli sorgulamada dagılmaya başlar.

Böyle bir durumun nedenini, yine Musil'den bir alıntı açıklıyor gibi:
"Gençlikte parlamak içgüdüsü, her şeyi aydınlıkta görmek içgüdüsünden çok daha güçlüydü..."

Bir sonucum yok.

Insanın, gençlik dönemi bittikten sonra, tam da bir yerlere gelirken, seçtigi alanın varoluş dinamiklerine duydugu şüpheye, 'deniz bitti' adını verdigi krize, kendi bilinçsiz, neredeyse raslantısal seçiminin neden oldugunu iddia etmek gibi bir niyetim yok. Bu ancak olasılıklar dahilinde. Tıpkı hayatının ortasında yepyeni bir bilinç ya da yapyeni bir meslek edinmek gibi.
* * *

ek.
Alıntının söyle bir okuması daha var:
Sanatçının, sanatının ahlakını sorgulamaya başlaması, alanıyla kendisi arasında önemli bir uyuşmazlıga; sanatçının kendi yapıtlarından koptuguna, uzaklaştıgına işaret eder.
'Peki, o zamana kadar yaptıklarıyla kendisi arasına neden böyle bir sogukluk girer?' diye sordugumda, sanırım yine başa dönüyorum.