Ekim 31, 2006

127

---------------------- a turing test incident

the automaton is grinding and shouting: “Kill me! ‘cause I can’t.”
-how often do you dream? ---------------- often enough to misrecognize its a dream.
-do you die in your dreams? ----am I, now? ---------------- can I dream about fucking you on a dark dusky stairway, or would you like to do it yourself?
------wasn’t that you? ---------------------does it matter?

126

One is sound and safe.
Either sound or noise.

Where is abyss?

Neither sound nor noise.

The third
in the binary?

The vacuum
with power,
without energy?

Where is abyss?

How can they prove
which cannot be proven.

Exist
in nonexistance.

125

Sound & safe=1
Sound x noise=0
Abyss=?

Ekim 29, 2006

123

122

Bir saatim oldu! Yaşasın!
Yazın uçagın saatini degil, tarihini yanlış okudugumda da
bir günüm olmuştu.
O fazladan gün anlatamam ne güzeldi.
Özel degil de güzeldi.

Eski ceketin cebinde unuttugun para gibiydi.
'Allaaaa bununla neler yaparım şimdi!'

Ne yapacaksın? Dünden farklı?
Ne malum, belki yaparım!
Ne malum?
Bu sefer belki...

Bir heves ayaga kaldırır tüm günü.

Ekim 23, 2006

120

Çok merak ediyorum kendimi
Başıma birşey mi geldi
Öldüm mü kaldım mı
Hiçbir haber yok kendimden...
Aziz Nesin

119

Insanın her kişiye
anlatacak başka
bir hayat hikayesinin olması...
ne komik.

118

...Son zamanlara kadar bok lafının basında b.. olarak geçmesinin
ahlaki kaygılarla hiçbir ilgisi yoktur. Bokun ahlaksızlık
olduğunu öne süremeyiz herhalde, değil mi? Boka karşı
çıkma metafizik bir karşı çıkıştır. Her gün yaptığımız dışkılama
işi yaradılışın kabul edilmezliğinin günbegün kanıtlanması
demektir. Ya/ya da: Ya bok kabul edilebilir bir şeydir
(bu durumda banyonun kapısını kilitlemeyelim) ya da kabul
edilemeyecek bir biçimde yaratılmışız demektir.

Bundan da şu çıkıyor demek ki; 'varoluşla kesin olarak
uzlaşma'nın önerdiği estetik ülkü, bokun reddedildiği ve herkesin
bok yokmuş gibi davrandığı bir dünyadır. Bu estetik
ülkünün adı kitsch'dir.

Kitsch, o duygusal on dokuzuncu yüzyılın ortasında doğmuş
Almanca bir sözcüktür; oradan da Batı dillerine geçmiştir.
Ne var ki çok sık kullanılmaktan özgün metafizik anlamını
kaybetmiştir sözcük; kitsch, sözcüğün hem gerçek hem
de eğretileme anlamında, bokun kesin reddidir...
(Kundera, Varolmanın şeysi)

Ekim 22, 2006

117

Kış gelirken, ama has kış
o sümsük sonbahar degil
Asıl soguk!
beni bir heyecan alıyor.
Her şey sanki 'dogru' diye bagırıyor.
Şimdi. Burada. Işte. Kesiksiz. Ben.
Ne uykusu!
Her şey şimdi dirilecek.
Köpek gibi seviniyorum.

Ekim 21, 2006

116*

Black cherry & other tales:
When you eat black cherry,
you cannot deny.
Your mouth turns into deep red,
and everytime you open it for lies
everybody hears your denies.

115*

Yoldan korkan bir ben miyim? Geri döndügümü hayal etmesem, yüzleşir miyim? Sanki herkes biliyor nereye gittigini de, bir ben unutmuşum. Birgün, bir yolda, başıma büyük bir şey gelecek. Bunu biliyorum. Ama, ne zaman, kaçıncı kilometrede hatırlayamıyorum.

Ekim 20, 2006

114*

On a bridge I was. Looking down to the river to see where my life flows. Darkness made it difficult to see. Yet, I did see him coming. At a distance he stood, not speaking a word, looked at me. I gazed back.

Then came he closer. Tempted, I put my arms around and gave him a generous kiss. He was tall.

Tall and strong. He held my arms firmly and pushed me back with a determined gesture. Like a street hooker who was turned down as she was trying to fix a deal, I stood empty, looking around not to see his eyes. Before he could make another gesture, I turned and passed hurriedly the bridge.

Next day, in the afternoon I found myself on the same spot. The water was blue, but still dark. I was getting suspicious whether all that had happened last night was real or my imagination. As I set on a bench, trying to remember, I heard someone sitting next to me. It was a middle-aged woman, kind of pretty.

'You know, last night I was walking the bridge' she said. 'Then a man showed up out of the blue...'
I lit my cigarette, looked at her face to show that I'm listening.
'He came close, looked straight into my eyes...' She paused, looking blank towards the water.
'And, then what?' I asked with a smile; "He kissed you?'
'No.' 'He jumped off.'

113

Once
in
my
life
I met
someone
who
knows
about
writing.
I wrote
to him.
He
wrote
to me.

112*

Monsters, lovers, men and their long or short hair.
Valleys, sun, words, glances. Call, understand, care, usual, as-usual.
Wait, unexpected, touch. Voyage. Far=fear.
Show me your face
that I already know.

Why do we always want to be sure about what we know.
Do we really don't know?

If we know love is hidden behind a veil
why do we want to be sure?
It is simply there.
Who can be ready when it comes?

111*

Is this hope
I see in your face?
Is this panic
that I re-invent?

Ekim 18, 2006

110

'Gerçegin' ne oldugunu anladım.
Bir anda.
Henüz anlatacak dili bulamadım.

not:
o dili bulmak harika olurdu,
kelime kelime.
'bir anda'nın dili.
. . .
yarına saklamak
daima heyecanlı.
. . .
zamanla ilişkisi yüzünden
dil gerçegi temsil edemiyor.

kavanozda rüzgarı saklamak gibi.

Ekim 16, 2006

109

High Fidelity'de şöyle bir laf geçiyor:

"...onunla birlikte olmak Rocky'de Adrian'la yatmaya benziyor; ama sen Rocky degilsin."

Ekim 15, 2006

108

Beyaz yapışkan bir sıvı akıyor.
Bakmam tadına, kesin acıdır
süte benzemiyor.
Bir adam durdurdu:
'Birlikte kahve içelim' ya da
'arabayla sizi bırakayım gideceginiz yere.'
Bir anda ne çok şey istedi.
'Kızıl saçlarınız' dedi. Kızıl.
Hatırladım. Saçlarım kızıldı Mayıs'ta.
'Siz iyi bir adamsınız' dedim.
'Öyleyse neden?' dedi.
Ne saçma. Nasıl göremez. Kızıl saçlarımı görür de..!
Mecburen ben söyledim:
'Yapamam'.

Kalbim yok benim.
Bozuk.
Kızıl saçlarım gibi.
Artık yanmıyor.

107

Pekala. Fazla demon birikti. Yazmak gerek.

Demon - venom.
ses uyumu güzel.
şiir yazsana.

yazamam. hepsini unuttum.


'Insanlar için bir fil mezarlıgı olmalı' diyecektim.
Orada susmalı herşey.
N'apıcaksın ki? diye sormamalı kimseye giderken.
Dinlenecegim. Dinlemeyecegim.
Soran yok. Kafamın içi
iki dakika sussa yeter aslında.

Bilmek insanı hapsetmez.
Yanlış.
Yanlışlık var bir yerde.
Yanlış.
Allahın belası dogru kitap nerede?
Dogru soru ne?

Gece bir iklim degildir.
Bir hayvandır.
Büyük oldugundan,
üstümüze abandıgında
hava karardı zannederiz.

106

105

My heart has teeth.

Ekim 10, 2006

104

Insan, iradesiyle hareket ettigi sürece özgürdür; buna karşılık eger insani tutkuları, yani organizmasından kaynaklanan tutkuları varsa, dolayısıyla dogru düşünemiyorsa, o zaman özgür degildir.
Niteliksiz Adam (babasından mektup)

103*





Sıkıntı hafiftir aslında.
Eski bir koku gibi
burnuna takılmış,
seninle beraber seyahat eder.
O kendini taşır her yere.
Uzay gemisi gibi.

Ekim 08, 2006

102

Üç haftadır tanışıyoruz. Akşamüzeri yakalandım. Uzundu. Kısaca şöyle bir konuşma cereyan etti:

- E-mail'imi aldın mı?
- Hangisini?
- Geçen ya da önceki hafta.
- Aldım.
- Dün de telefonuna mesaj bıraktım?
- Dinlemedim.
- Işimi kaybettim.
- Bu kötü mü?
- Pardon. Anlamadım!
- Nasıl olsa, ayın sonunda ülkene geri dönmüyor musun?
- Evet ama, aniden işime son verdiler. Geldigini göremedim. Şoktayım. Bu benim için bir travma.
- Bir şey olmaz. Ortagımın şirketin parasını çaldıgını ögrendigimde ben de benzer bir travma geçirmiştim. Geçer. Iyi tarafından bak.
- Ayy! Çok üzüldüm! Ne zaman oldu bu?
- Üç yıl önce. Böylece kendime daha çok zaman ayırabildim.
- Evet, ısmarladıgım kutuları teslim alabilmek için evde olabilecegim. Ama bu çok küçük bir şey.
- Hayat dedigin böyle küçük şeyler işte...
- Ay sonuna kadar işte kalsaydım iyi olacaktı. Hindistan'a gidince uzun süre iş bulamayabilirim.
- Neden, nitelikli elemansın.
- Ben en üst kademe programcıyım. En çok sıradan programcı aranıyor. Kendime uygun iş bulmam kolay degil.
- Sıradan programcılık istememenin nedeni ne? Para mı, ünvan mı?
- Ben bir mimarım. Program mimarı. Kıdemliyim... Evet, normal programcılara az para veriyorlar.
(Telefon çaldı)
- Araba kullanabiliyor musun?
- Arabam yok.
- Kullanır mıydın?
- Evet. 20 yıldır.
- Ehliyetin burada geçiyor mu?
- Buradan da aldım.
- Eşyaları evden limana taşımak için şirketler o kadar çok para istiyor ki!
- Kamyon kirala. Kendin götür.
- Evet ama, on yıldır araba kullanmıyorum.
- N'olcak canım. Direksiyona oturdun mu hatırlarsın.
- Yıllardır arabayla yolculuk etmedim. Kuralları bile unuttum. Küçük bir hata, büyük bir bela açabilir başıma.
- Yani sen koskoca program mimarısın ve bir araba kullanamıyor musun? Patronun yerinde olsam, ben de kovardım seni.
- ... Ben aslında bir kamyon kiralayacagım ama o büyük şeyi kullanmak korkutuyor.
- Minibüs kirala.
- Aslında ben kullanacagım, ancak yanımda oturan birisi olursa içim daha rahat edecek. Acaba benimle gelir misin?
- Bunu yapmak istemiyorum.
- Yapacak bir şey yok. Eşyaları ben yükleyecegim, arabayı ben kullanacagım, yanımda birinin destek olması iyi olurdu.
- Buna ihtiyacın yok. Tek başına da halledilir. Hem ben yolları falan da bilmem. Sana bir faydam dokunmaz.
- Ben haritaya bakarım. Yolu tarif etmene gerek yok. Sadece yanımda oturacak biri.
- Arkadaşlarına niye sormuyorsun?
- Onların hepsi 10-4 arası çalışıyorlar.
- Olsun. Arkadaş dedigin böyle zamanda belli olur. Senin için biraz fedakarlık yapsınlar.
- Evet ama, çogu yönetici. Üst düzey sorumlulukları var. Bütün günlerini bana ayıramazlar.
- Yöneticilik gibi çok önemli bir işim yok, fakat inanki benim de zamanım degerli, yapacak bir sürü işim var ve buna zaman ayırmak istemiyorum.
- Pardon öyle demek istemedim. Tek istedigim bir iyilik. Lütfen biraz düşün, zor bir şey degil.
- Düşüneyim de, sen de ısrar etme. Herhangi bir konuda bana ısrar edilmesinden nefret ederim.
- Istersen taşıma şirketiyle anlaşsaydım onlara verecegimin bir kısmını senle paylaşabilirim.
- Bak, şimdi kabalaşıyorsun. Senden para isteyen mi oldu?
- Yok pardon, öyle demek istemedim! (katmerli yalan)
- (Duvarı göstererek) Çizimlerini ne yaptın?
- Dosyaya kaldırdım.
- Her geldigimde onlara bakıyordum ben... bir kedi vardı?
- Ne kedisi? Balık vardı, yılan vardı, kuş vardı.
- Yok yok, kedi de olacaktı. Inceledim ben. Detayları aklımda.
- Sen benim çizimleri mi kopyalıyorsun?
- Onlar çok güzel. Çok begeniyorum ben.
- Sagol (ne deyim ki)
- Benim kızımın bir fotografı var. Acaba o çizilebilir mi?
- Çizilebilir tabii. Bir şeyi resmetmek için boya, kagıt ya da teknik degil dürüstlük gerekir. Çizmek istedigin konuyla samimi bir bag kurdun mu tamamdır. Hele kızın gibi sevdigin bir konu seçersen, eminim resim harika olacaktır.
- Ben mi çizecegim?!
- Tabii. Senin kızın degil mi? Kim daha samimi onu resmedebilir ki?
- Bu arada scanner'ını kullanıyorsun galiba?
- Kütüphaneden kitap aldım. Sınıftaki sunuşlar için taramam gereken resimler var.
- Ben şöyle düşünüyorum. Şimdi işim de olmadıgına göre, bir gün boyunca çalışırsam, arşivimin önemli kısmını bilgisayara geçirebilirim (arşivi, kendi tanımıyla 100.000 sayfa arkalı-önlü fotokopi).
- Giri, haftasonu çalışacagım. Salı'ya sunuş yapmam lazım. Ancak çarşamba alabilirsin.
- Sana nasıl ulaşayım? Telefon mu edeyim? Yoksa e-mail mi?
(Telefon çalar)
- E-mail.

. . .
Biri bu adamı ışınlasa. Ekim diyordu, Kasım oldu; ya hiç gitmezse! Ya nefret etmekten felegimi şaşırıp sevmeye başlarsam!

Ekim 07, 2006

101

Ekim 06, 2006

100

emin degildim;
resim çekmek yasak mı,
degil mi.
dügmeye basmamla
flaş patladı.
Kısaca 'Oh My God!' la
yetinmeyip;
'Oh My God! I'm sorry!'
deyivermişim...
sanırım huşu içinde dolaşan
turist kafilesine.
fakat,
emin degilim.

Ekim 03, 2006

99*

Hani akmak istersin ya
Omuriliginden aşagı
Kemigi beyazlatarak
ve dolaşıp
Omuzlarının simetrisinde kenetlenirsin
su içinde...

işte artık öyle olmak istemiyorum.

98*

Ne kadar içten? Ne kadar dogru? Insanlar dolaplara konduklarında farklı mı görünüyorlar? Eger birgün aniden gitmek gerekseydi fotograflarını yanına alır mıydın? Geri dönüp toplar mıydın? Eger birgün gitmek gerekseydi, yanına ne alırdın? Bir bacak? Bir göz? Daha önce kimse benim için dua etmemişti. O zaman parmaklarımı kokla; onlar her yere girebiliyorlar. Bu arada cevap ver: Ne kadar içten olunabilir?

97*

anlamak bir haftamı aldı
ama terkedildim
hem de ayın yedisinde
bütün plaklarıyla beraber ugurlu sayılarımı da alıp gitti.

. . .

bunu ben mi yazmışım?
acaba o kimdi?
7 de burada oysa.
işte sapasaglam.
zaten yapmaz öyle şeyler
benim sevdigim adamlar
degil mi ki sevmişim
hepsini birden özledim.
ah!
bu ne güzel yalnızlık!

96*

Içeriye duman yagıyor, zaman akşam olsun. Perde yerine şehrin sesi asılı pencerede. Su akıyor mermere. Bir kap, bir kucak. Dizlerin orada, sıcaktan bayılmış. Çöl sogugu kapıda. Uzak. Uzaklık? Dalgalanıyor saçların üzerimde. Bulut kadar yokuz aslında. Bire kadar sayıyorum, sonra da uyanıyorum zaten. Bir yakın. Bir uzak.

95*

Eskiden bir pembe vardı giydigim. Yosunlar bitmiş üzerinde; olan olmuş. Küf sürmüş dügmeleri. Erimiş cebi bir otel anahtarına sönmüş. Yukarı odada beyaz küvet hala ılık ama musluklar nerede? Tavanından ampul damlıyor tak tuk. Soguktan sıvalar morarmış, bayılmış ıslak pembe müsvettesinin üzerine. Halı yok. Duvar da. Damlalar sonsuzdan geriye dogru sayıyorlar.

(*eskiden T. Urby Lance ismiyle yazıyormuşum :)