Ağustos 01, 2006

27

Gece.
Bir defterimin ismini 'gece defteri' koymuştum. O sıralarda Tavandaki Kukla'yı okuyordum. Baş karakterin de defterine aynı ismi verdigini görünce birlikte birşey keşfederiz diye düşünmüştüm. O intikamcı bir kadındı.

Daha hiç intikam almadım. Tadı güzelmiş diye duydum; ama varamadım.

Ben şaşırmayı severim. Şaşırtmayı da. Ama zor oldu artık insanlar. Bilmedikleri şey yok.

Kadınların nasıl oldugunu anlatıyor adamlar; ve adamları adımlıyor kadınlar. Bu şöyle bir bilinç: yolda duran taşa vurmadan önce onu ayagında ve düşecegi yerde hissedersin.
Daha vurmadan "tak!" eder.

Sabahlarken sık sık kahve, çay içerim. Bardakta unuturum, sogur. Soguk çayı da, kahveyi de severim. Agzıma soguk kahve dökülmesini beklerken, sütten yaglanıp yumuşamış koyu kokunun damagımda genişlemesine hazırlanmışken, bir bakarım hafif, sulu birşey! Çaymış. Dedim ya, unuturum bardagı.

Degişik bir histir o. Kötü birşey olmuşçasına irkilir insan. Agzı, agza alınmayacak birşeyle buluşmuş gibi tükürmek ister. Mutlaka bir 'ah' ya da 'oh' gelir arkasından. Olmadı yüzünü büzer. Alt tarafı bardaga çay koydugunu unutmuş, eski zamanlardan kırk yıllık hatırı kalma bir kahveyi yudumluyordur oysa.

Şaşkınlık.

Beklediginin yerine şaşkınlık girdi kapıdan. Öyle ki, hoşgeldin mi demeli; kapı dışarı mı etmeli... onu bile şaşırdın.

Taşa vurdun ya, "löp"etti.

Taşa vurdun ama,
löp etti.