Temmuz 26, 2006

9

Rilke'nin bir hikayesi çok hoşuma gitti. (Kaçış, 1896/97)

Birbirlerine aşık bir oglanla, kızın hikayesi. Kilisede insanlardan sakınarak buluşmaları, oglanın sıkı sıkıya tuttugu kızın eski, paralanmış eldivenleri içindeki minik elleri, dışarıdaki tüm vahşiliklere inat birbirlerine sıgınmaları, sıcaklıkları, loş ışıkta dudaktan dudaga akan sessizlikleri...

Sonra o not... Sevgililerin talihsizligi "hadi kaçalım buralardan" dedikleri anda mı başlar? Tren garına sevgilisinin gelmeyecegini umarak giden insanlar var. Sözüne sadık kalma gereginin ortadan kalkmasıyla duyulacak o hafifligi bekler yerine.

Nick Cave'in söyledigi bir şarkı vardı:
Come sail your ships around me
and let your bridges down...

Köprüleri yakan insanlar da var. "Ne olursa olsun... deger"
Öyle mi düşünürler? Cesaretli midirler? Yoksa fazla mı heyecanlı? Ya da aptal derecede meraklı?

Hikayede kız evinden kaçar, oglan tren garından. Ben elimde bavul, sabırsız garda bekleyenim; ben perona içim sıkılarak bakıp sessizce orayı terk eyleyenim. Ikisi gibi.

Rilke büyük adam. Sevdim onu.