Temmuz 30, 2007

289

Bu yazdıklarımı silmek isterim daha yazmadan. Çingene bir gündü. Bayramdı, kalabalıktı, pazar kurulmuş, bezirganlar nefesleri açılsın diye iki maşrapa balık yagı yutmuştu...
Bayram geldi mi, kim var kim yok çarşıya iner; güzeli çirkinden, yanlışı dogrudan ayıramazsın. Hayat usturuplu akmaz, azar böyle günlerde.

Canım sıkılmıyor, güneş var. Dün denizi kokladım doya doya. Kumlarda oturdum. Doyamadım hatta.

Güldük on kere, onbeş kere. Kızıp, yakmadı güneş. Sevdi, ısıttı. Rüzgar ılıktı. Öyle bir gündü. Ne güzel gündü.

Eve gece vardım. Duş. Derken, Rob, odasının tavanında açılmış deligi gösterdi. Mutfaktan tencere bulduk, suyun altına koymak için. Ona, 'boşver, sen de kendine yeni bir oda bul. Burada oturulur mu?" dedim. Herhalde sahiden iyiligini istedim. Yoksa, ögüt vermeyi bıraktım insanlara.

Ögüt vermeyi bırakınca insanları da bırakıyorsun biraz. Fakat, en fenası, teselli etmeyi bırakmak. O zaman kayboluyor o insan. Hiç varolmamış gibi.

Regency Period'u sordu, dilim döndügünce anlattım. 'Gerçeklik' bir din olsaydı, başpapazlarından olurdum. Gönüllü olmazdım ama; kilisenin bahçesinde bulmuş, büyütmüş olurlardı belki.

Sabah delik iyice büyümüştü. Ortalıgı bir de pis koku sarmıştı. Rob, düşen parçaların sesiyle uyanmış; uyku mahmuru Jia'yı arıyordu.

Sesleri takip edip, üst kata çıktım. Yukarısı orta yagışlı, bir üst katta gök gürlüyor. Kapıdan Jia'nın sesi geldi.

Konuşurlarken merdiven yanındaki çardaga dayanıyormuş Rob. Kırılıp çökmüş. "Onunla beraber, aşagı düşüyordum" dedi, "Bugün bende bir aksilik var anlaşılan..."

Bilmem, ben fark etmedim. Çok dikkatimi vermedim ona. Umurumda olmadı. Tavanda koca kara bir delik var. Sudan korunmak için yeni yapılan kütüphanesini çöp torbalarıyla kaplamış. Geçer, geçer... Felaket dedigin de, geçer gider...