Şubat 23, 2009

370

Birazdan yağmur patlayacak. Yazın ıslandığında insan umursamıyor.

Geçen sefer şemsiyeye rağmen adım atamadım. Bir saçak altına sığınıp, ıslanmaya orada devam ettim. Koşarak gelen biri daha saklandı aynı kovuğa. O, baştan aşağı sırılsıklamdı. Şemsiye altına davet etsem mi diye düşündüm. Sonra, 'şemsiye de işe yaramıyor zaten' bahanesiyle durdum.

Hava karardı, ama kuru. Bir yarım saat daha bekler mi? 5:05.

Yine günleri, saatleri saymaya başladım.

Sınıftan tanıdığım biri yan masada arkadaşıyla oturuyor. Yağmur yağarsa birlikte yürürüz. Şemsiyeyi biriyle paylaşmakta kararlıyım bu sefer. Şirin bir kız.

Tuhaf bir Haziran. Geçen yıl da böyle miydi? İstanbul'a mı gitsem? Acaba orada da saatleri sayar mıyım?

Yağmur başladı bile. Yan masadaki yaşlı adam, "şemsiyenizi paylaşabilir miyim?" diye sorup, karşıma oturdu. Bu kadar basit olabilir mi?

Sigarası bitince gitti. Yazmaya devam edebilirim. Açık havada, hava açıksa daha keyifli oluyorum, evet. 5:23.

Ithaka'ya dönüp ne yapacağım? Hoş, televizyon seyrederken insan saatleri unutuyor. O da bir yön. Yarın bilmediğim bir kütüphanede, bir kitap avlamam lazım. Yoksa, 15 dolara satın almak gerekecek.

5:30. Yapılmayı bekleyen işler. O şarkı çalıyor yine, 'Wonderful, wonderful'. Nat King Cole muydu?