Araya zaman girer. Sonra, sanki Tarantino'dan bir sahneyi oynarmış gibi önünden geçiverir, ‛ha’ dersin, önündeki notlarla ilgilenmeye devam ederek. İçin tersini söyler ‛ah’. Arkasından bakarsın, kağıttaki her kelime ah olmuş.
Kaldır başını bir bak be!
Geçişirken yakalarsın iç çekişi kadar bir şeyi. Ne büyüktür o şey.
Saçları, burnu, adımlayan bacakları, gözleri, gözlerinin parıltısı, ağzını açsa çıkacak sesi, kolları, sımsıkı yumruğunun içinde tuttuğu lacivert çantanın dikişli sapı, son gördüğünden bu yana uzamış sakalları, baktığını gören teğet kaçan bakışları, hatta çantanın ağzından yarım uzamış raket bile sığar o iç çekişe.
Ah içim, ah çekemem.
An geçip de, gözünde iyice büyümeden önce anlamazsın ne gördün. Anladığında artık kalmamıştır gördüğün. Al sana bir kördüğüm.
Görmekle anlamak aynı âna sığsalardı, dünya daha yavaş dönerdi. Acele etmezdik o zaman. Birazdan anlamaya çabalayacağımız için görmenin yarım kalacağından tedirgin bakmazdık.
Gördüğümü anlamaya çalışırken körüm.
Aklımdaki görüntü hep geçmiş.
Çorba Blanchot kokuyor. Uzak akrabam olur. Başa saralım.
Saatin bir ânı içinde dünyayı gördüm. İki dalın arasında defalarca gidip gelerek örmüştüm o dünyayı hayalimde. İlk defa karşımdaydı. Ne acelem vardı anlamadım...
Telaşla bakmak, uzun uzun görmek bizimkisi.